Öncelikle bu yazı diziyi ve bölümü seyredenler içindir. Henüz seyretmeyenler önveri (SPOILER) içerdiği için, hiç seyretmeyenler de sonra papaz olmayalım diye okumasınlar. Bu zombi ya da kendi tabirleriyle aylak-yürüyen ölü dedikleri yaşayan ölülerin dizisi şimdiye kadar yapılmış bu türdeki çalışmalardan insan psikolojisine yoğunlaşmasıyla ayrılabilir. Diğerlerinde zombiler beyinlerinde gerçekleşen ne tür bir dezenformasyona maruz kalıyorlarsa kendinden olmayan insanlara saldırıyor biz de son kalan insanların yaşam mücadelesini seyrediyorduk. Yeri geliyor korkuyor yeri geliyor kimi yapımlarda gülüyor hatta bazen de “bu zombiler yiyor ama çalışıyor, ne kovaladılar adamı, bizde o azim yok,” diyerek ders çıkartıyorduk. Sonra bu dizi geldi ve bize “Burada insanlar ölüyor, gidiyor tamam ama orada ne oluyor? Kim kalmış? Kim, kime ne demiş? Psikolojiler nasıl bozulmuş, nasıl değişmiş? Gel otur bir de onu konuşalım,” dedi. Daha öncesinden duygu yüklemelerini görmüştük ama bu denli derinlemesine irdeleyenini görmemiştik. Alıştık, seyrettik; zombilerden çok insanların ihtiraslarını, hırslarını, yaşam mücadelelerini merakla takip ettik. Bu böyle iyi güzel gidiyordu en azından benim açımdan… 4. Sezon 14. Bölüme kadar da bu durumu sorgulamamıştım. Bölümde birkaç bölüm öncesinde dağılan gruptan Terminus’a gitme çözümüne bel bağlamış bir zenci abimiz, bir çilekeş ablamız, iki kız çocuğu ve yanlarındaki bir bebeğin hikâyesini seyrettik. Bu iki kız çocuğundan biri prenses modelken diğeri cazgır modelden kadroya alınmış ve “Bu zombi filmlerinde çocuklara ne oluyor?” sorusuna cevaben konulmuş gibilerdir. Tabi böyle bir dünyada böyle bir atmosferde normal hayatta her şeyden psikolojisi bozulan çocuklar elbette davranış bozuklukları yaşayacaktı ve buna da değinilmeden geçilmedi. Geçilmesini beklemiyorduk önceki bölümlerden zombi besleme, zombi sempatizanlığı ve bebek katli teşebbüsü gerçekleştirmiş olan Lizzie’nin neler yapacağını merak ediyorduk. Duygu durumundaki bozukluk öyle bir seviyeye gelmiş ki zombileri sevmek bir yana onlara dönüşmek ve dönüştürmek için heves eden bir hal almıştır. Önceleri isim takma, fare ile besleme ile başlayan bu sapkınlık yürüyüp gelişmiştir. Biz de “zombi o zombi, insan bile değil” diyerek tepki gösterir olduk doğal olarak. Fakat o bizden farklı düşünüyordu. İşte bu noktada benim bu bölümle ilgili derin düşünmeme sebep olan olay gerçekleşti. Hayır, dizide değil. Dizinin ilk iki sezonunu seyretmiş sırf ben seviyorum diye katlanmış ama sonradan takip edememiş olan eşim ben seyrederken bölümün 5-10 dakikasına müdahil olup “bu ne ya, ne saçmaladılar?” diye bir tepki verdi. Ben tabi “tövbe tövbe, sanki mevzuyu biliyorda cık cık cık” diyerek savunma yaptım. “Yaw bu kız niye böyle oldu, bir zombi dizisine bile saygı kalmamış arkadaş oysa ilk sezonda zombiler atı yedikten sonra elmalı turta getiriyim mi diyen, soran bir kişiydi,” diye düşünerek kafamda durum değerlendirmesi yaparken bölümü tekrar düşünüp bu yazıya karar verdim. Lizzie, zombi öldüren Carol’un suratına çığırmış sonrasında gidip zombi beslemiş kendini zombi yapmaya niyet etmiş ve elin zombisini peşine takıp sığındıkları eve kadar getirmiştir. Ben bu duruma “yav bırakacaksın bu kızı zombilere nasıl istiyorsa öyle takılsın iki ısırsınlarda görsün,” diye düşünüp sonrasında vicdan yapıyorken daha da feci bir olay yaşandı. Dağa taşa sarılan ağaçları bile okşaya okşaya duygusallık yaşayan iri kıyım zenci Tyreese ile katil mi yoksa kahraman mı yoksa kendini kahraman sanan hezeyanlı zat mı artık ne denirse Carol birlikte avlanma, tulumbadan su çekme gibi eylemlerle uğraşırken olan oldu. Daha zayıf gibi görünen ama zombi ile insan arasındaki ayrımı yapabilen diğer kız kardeş Mika dönüştürme işlemine maruz kaldı. Bunu yapan da kafayı sıyırmış zamanında zombi filmi seyretmemiş çizgi romanı okumamış ve bu yüzden aylakları insandan daha üstün, sevecen sayan kardeşi Lizzie’dir. Elinde kanlı bıçakla, yarı sırıtık suratıyla gelenlere selam çakan Lizzie; kardeşini ekmek bıçağıyla “beynine zarar vermeden” kesip sıraya da yavrucağı koymuş şekilde bekliyordu. Yüzünden gerçekten delirdiği anlaşılıyordu ki zaten yetişkin birisi için bile sağlıklı olmayan bir ortamda bu normaldi. Zombilerin seslerini duyuyor ve onları anlıyordu laf edene de “ağzının yaptığı salya, köpürtmesi; anlayamazsınız,” gibi garip laflar ediyordu. Bu haline elbette diğer kişiler “vah vah” şeklinde tepkilerle yaklaşıyordu ama önlem yoktu, bir açıklayan durumu izah edebilen de yoktu. Sonuç ne oldu aile faciası… Üzüldük mü üzüldük olmasaydı iyiydi fakat sonrası daha da zorlu bir süreç olacaktı. Elde bir bebek bir de sıyrık sabi kalmıştı ve Tyreese ile Carol ne yapacaklarına karar vermek zorundaydılar. Mika’nın dönüşmesine izin vermediler yine iş kendini cellat ilan eden Carol tarafından halledildi. Sonuçta dönüşme işlemi hiç de Lizzie’nin sandığı gibi bir durum değildi. Optimus Prime bile dönüşürken usturubuyla dönüşür: Uzun yolda, trafikte tırlıktan ödün vermez. Fakat bu şekilde dönüşüm istenilen şey değildir. Çocuklar zombileşmesin! Böyle bir senaryoyu yazılma amacı belki de senaristlerin “zombiler de özünde insandır.Nasıl böyle çatır çutur öldürtüyorsunuz?” tepkisine tokat gibi cevap verme arzularıdır. Bilemiyoruz ruh halleri neydi, ne değildi, ne düşündüler ama Fareler ve İnsanlar’a olayı bağlayacaklarını ummuyordum. Hatta ben bir gece önce Lizzie “anladım ne yapacağımı biliyorum,” gibi laflar edince “aha yola geldi. Ceviz de kırıyorlar en fazla fare değil ceviz verir zombilere -malum ceviz beyne iyi gelir, belki bir kür olur.-” diye masum düşünceler içindeydim. Senaristler ne yaptı küçücük kızı kardeşine harcattı. Hadi buyur. Carol alır gider kızı bebekle bir arada tutmazlar dedim gitti onu “ota bak, çiçeğe bak” ayağına infaz etti. “Ne yapsaydı öldürmeyeydi de besleyeydi mi?” diyebiliriz ama Lizzie zaten ölmüş yürüyen ölülerin tekrardan öldürülmesine bile karşı, buna duyarlı, bırak canlıyı ölüye bile saygılıydı. Kısacası manyaktı ama yine de beklemiyordum. Bir yerlere götürüyormuş gibi yapıp sonra kafasına sıkmak ağır bir sahne oldu en az bir önceki aile faciası kadar. Önceki bölümlerde çokça gördüğümüz akustik müzikler bile çalınmadı. Türkiye'de çekilmiş bir dizi olsaydı ormanı zılgıtlar, ağıtlar kaplardı; hiçbiri de olmadı. Sonra ne oldu? Carol geldi daha önceden de faili olduğu Karen mevzunu da itiraf ederek Tyreese’den ölüm dilendi. Zenci de ‘’affettim,’’ dedi. Baba adam, sağlam adam ama böyle bir durumda aşırı sakin kalabildi. Belki,Carol’u kendi vicdanına mahkûm etti. O da onun kafasına sıkıp başka insanları öldürme meyilli olan, kendini kurtuluş elçisi ilan eden birini öldürmedi. Önceden Rick’e yaptıklarını düşününce Carol’u affetmesi büyük erdem. Zaten bu durumlarla Rick karşı kaşıya kalsaydı kendisi hem doğrucu Davut hem de vicdanlı bir adam olduğundan Lizzie’e kıyamazdı ya da Carol’u bıraktığı gibi bırakıp giderdi. Hatta kardeşini öldüren Lizzie ve Lizzie’i infaz eden Carol’u öğrenen Rick “İnsanlık bitmiş arkadaş!” diye yorum yapabilir. Arkada beliren Shane kafasına vurup “Ne sandın lan, at kafası…” diyebilir. Bunlar da olur. Yarın öbür gün daha farklı daha çeşitli olaylar da yaşanır, nekrofilinin dibine de vurabilirler ve bizi yine derin düşüncelere sevk ederler. Ben kendi adıma bu psikolojik durumlardan memnunum ve WalkingDead’i piyasadaki en sağlam dizilerden biri yapan bu özelliğinden ötürü sıkılmadan takip edeceğime inanıyorum. Yürüyen ölüler için de buradan tek bir lafım olacak “Yatacak yeriniz yok olm!”