“Avuç büyüklüğündeki elması üç kaşık karşılığında sattığım için pişman değilim.” dedi ve tek kaşını kaldırarak ekledi: “Evet, yerinde bir karardı…”
Birkaç saniye yüzündeki anlamsız ifadeyle bekledikten sonra gence doğru bir adım yaklaştı. Dayanak olarak kullandığı asayı tutmayan eline havada bir daire çizdirdikten sonra yumruk şekli verdi. Yumruğunu gencin suratına doğru usulca açarken yineledi: “Avuç büyüklüğünde elmas!” Gencin bütün almaçları dikelmiş, iyiden iyiye kulak kesilmişti. İhtiyarın yinelemeleri bittiğinde karanlık mağarayı derin bir sessizlik kapladı.
Önlerindeki ateş sönmeye yüz tutmuştu. Çevresini ışıtamıyor hafif loşluk dışında varlığını belli etmiyordu. İhtiyar durumun farkına varınca konuşmasına ara verip asasının ucuyla ateşe birkaç odun ve çalı çırpı öteledi. Kurular hemen alazlanıp çıtırdayarak sessizliği bozdu.
Gencin beyninde ve kalbinde yandığını hissettiği heyecan ateşi ise sessiz ama cehennem gibiydi. İhtiyar birkaç dakika önce hevesle kalktığı yerine geri oturmak için çömeldi. Bunu yaparken de asasından güç almayı ihmal etmiyor, sakat bacağına fazla yüklenmiyordu. Diğeri merakına yenilmiş; hikâyenin devamını arzu eden bir tümce kuracakken; oturduğu yerde yerini benimseyen adam, hiddetle “Üç kaşık ya aslanım!” diye bağırdı. Ardından “Üç kaşık be yiğidim!” derken işaret parmağını havaya kaldırdı. Mağaranın derinliklerinden uçuşup gelen yarasa sürüsünün kanat sesleri mekânda bir uğultuya sebep oldu. İhtiyarın parmağının duvarda oluşan gölgesinin çevresinde yarasalar ve yarasaların da gölgesi dans edercesine telaşla kaçıştılar. Bu ani durum genç levendi korkutmuştu. En son katıldığı cenkte böyle tatlı bir korkuya düşmüş ve derin haz duymuştu. Korkudan zevk alınması savaşçı biri için büyük meziyet sayılırdı. Bu anın yücelttiği duygularla pişen her maceranın tadından yenmeyeceğini düşündü. Kanat sesleri yavaştan uzaklaşırken yankıları mağarada ve bu üç adamın kulağında hala yer etmekteydi. Hatta uykuda olan orta yaşlı, tıknaz diğer leventte gözünü açmış ama geri uykuya dönmesi bir an bile sürmemişti.
Geriye bir tek ateşten zıplayan kıvılcımların savaş narası olarak nitelendirilebilecek çıtırtılar kalmıştı. Parmağını havadan indiren ihtiyar hareketini bitirmeyip direk belindeki kuşağa daldırdı. “İşte bu şekilde kuşağımdan çıkardım o koca elması ve tereddüt etmeden uzattım kaşıkçıya” dedi. Anlattıklarına güç vermek için elinden geleni yapan ihtiyar elini soktuğu yerden bir elma çıkarıp levende uzattı. Genç elini uzatıp elmayı almak için hamle yaptığında; elmaya saplanan bir hançerle irkildi. Uykudaki adam uyanmış bir anda böğrüne bastığı elini hançerine götürüp havadaki elmaya saplamıştı. İhtiyar, uyuyanın aslında yarı uyanık bir şekilde konuşulanlardan haberdar olduğunu düşündü.
“Bre başlayacağım elmasınıza da kaşığınıza da canım uykuyu haram ettiniz!” diye çemkirdi. Genç levent bir tepik salladı hala uzanır vaziyette duran şişman adamın bacaklarına. “Fare öpesice kuduz Bocu! Ne diye hançer saplarsın hakkım olan elmaya?” Hem bacağına aldığı tepiğe hem de bu sözlere tepki vermek için hızla tuttuğu kızıl sakalını çekiştirdi. Bu onun sinirlenince yaptığı bir hareketti. “Bre melun ne hakkından bahsedersin? Bu mağarada daha kaç gün kalacağımız belli mi de, erzakımızı, az bir rızkımızı yersiniz.” diye çıkıştı. Ardından göğsünü kabartarak sözlerine devam etti: “Gemide habersiz yenen lokmanın cezası ölümdür ölüm! Dua edin ki gemide değiliz. Ondan bu elma benim hakkımdır.” İhtiyar bir anda ortaya çıkan bu tartışmayı bitirmek ve dikkatleri üzerine toplamak için yudumladığı şarabı ateşe püskürttü. Başını iki yana sallayarak, ağzını açmadığı sinsi bir gülüşle kıkırdadı. Ateşin parlamasıyla oluşan ışık leventlerin gözünü aldı ve dinginleşmeleri uzun sürmedi. Bocu elmadan koca bir ısırık aldı. Ağzının şapırtısı Selim’i iyice uyuz edip “fare öpenin pislediği” şeklinde söylenmesine sebep oldu. “Sen anlat ihtiyar neden verdin elma kadar elması, üç kaşığın şanslısına.” dedi Bocu.